Mûsa

*

Hazret-i Mûsa, Beni İsrail’den (İsraîl Oğullarından) İmran adındaki bir şahsın oğludur, Mısır’da doğmuştur. İsraîl Oğulları Mısır’da çoğalarak on iki kabileye ayrılmışlardı. Bunlara “Beni İsraîl Esbatı (İsraîl oğullarının torunları)” denirdi. Bunların böyle çoğalmaları, Mısır’ın eski halkı olan Kıptî’lerin hoşuna gitmiyordu. Onun için bunlara eziyet ediyorlar ve dedelerinin ili olan Kenan yurduna çıkıp gitmelerini engelliyorlardı.

Bir gün Mısır kâhinlerinden biri, Firavun’a (Kabus ibni Mus’ab adlı hükümdara) şöyle bir haber vermişti: “İsraîl Oğullarından gelecek bir çocuk, Mısır devletinin batmasına sebeb olacak.” Firavun da, İsraîl Oğullarının yeni doğan çocuklarını öldürmeye başlamıştı. İşte bu sırada Hazret-i Mûsa doğdu. Annesi, onu, Firavun tarafından öldürülmesin diye bir sandık içine koyarak Nil nehrine atmayı uygun buldu. Nil nehrinin kenara attığı bu sandığı, Firavun’un zevcesi Asiye ele geçirip açtı. İçinden çıkan pek sevimli ve sandigi, Firavun’un zevcesi Asiye ele gecirip acti. Icinden cikan pek sevimli ve nurlu çocuğu çok sevdi ve onu kendisine evlâd edindi. Hazret-i Mûsa’nın annesi de, bir yolunu bularak, kendisini bu seçkin çocuğa süt anne tayin ettirdi.

Hazret-i Mûsa, kendisine düşman olacak Firavun’un sarayında besleniyordu. Bu, Yüce Allah’ın ibret alınacak pek büyük bir hikmeti idi.

Hazret-i Mûsa büyüdü. Bir gün İsrail Oğullarından biri ile sokakta kavga eden bir Kıptî’ye bir tokat attı. Kıptî yere düşüp can verdi. Hazret-i Mûsa yaptığına pişman oldu. Firavun’dan korkarak Medyen şehrine çıkıp gitti. Orada Şuayb aleyhisselâm’ın kızı “Safura” ile evlendi. Bir süre sonra Mısır’a dönüp gitmek üzere zevcesi ile beraber yola çıktı. Giderken Tûr dağına uğradı. Orada Yüce Allah’ın hitabına kavuştu, kendisine peygamberlik verildi. Büyük kardeşi Harun’la Firavun’u dine çağırmaya Allah tarafından görevli kılındılar.

Hazret-i Mûsa’nın eli ay gibi parladı. Elindeki asa da, dilediği vakıt büyük bir ejderha oluverirdi. Bunlar birer mucize idi. O zaman Mısır çevresinde büyücülük çok ilerlemişti. Firavun bu mucizeleri birer sihir (BÜYÜ) sanmıştı. Büyücüleri topladı. Bunlar Hazret-i Mûsa’ya meydan okudular. Fakat Hazret-i Mûsa’nın asa mucizesini görünce, büyücülerin hepsi iman ettiler. Bunun bir büyü olmadığını hemen anladılar. Çünkü bu asa bir ejder kesilerek büyücülerin ortaya atmış olduğu hünerlerin hepsini yutmuştu. Eğer Hazret-i Mûsa’nın gösterdiği şey, bir gözbağcılık olsaydı, böyle yok etme üstünlüğü meydana gelemezdi.

Çekinmeden Rab olma davasında bulunan Firavun ile Mısır’ın eski halkı Kıptî’ler, Hazret-i Mûsa’nın bu mucezisini gördükleri halde, ne yazık ki, iman etmediler. Daha sonra bir gece, Mûsa İsraîl Oğullarını alıp Mısır’dan çıktı. Süveyş denizi bir mucize olarak yarıldı. On iki yola ayrıldı. İsrail Oğullarının on iki kabilesi bu yollardan karşı yakaya geçtiler. Bunları izleyen Firavun ile onun ordusu, suların tekrar kapanması üzerine boğulup gittiler. Yalnız Firavun’un cesedi, suların çarpması ile sahile atılmıştı. Kendi ölümlü varlığına güvenerek yaradanını unutmuş. Tanrılık davasında bulunmuştu. İşte böyle büyük bir gaflet içine düşen bir şahsın akıbeti büyük bir ibret levhası olmuştu.

Mûsa artık Firavun’dan kurtulmuş, İsrail Oğulları ile beraber selâmetle denizi geçerek Tiyh sahrasına gelmişti. Onları burada bırakarak “Tûr-i Sîna” denilen Tûr dağına gitti. Orada kırk gün kadar Yüce Allah’a ibadette ve yalvarışta bulundu. Mekândan ve zamandan münezzeh olan Yüce Allah’ın hitabına kavuştu. Kendisine Tevrat kitabı verildi.

Hazret-i Mûsa, Tûr-i Sina’dan Tiyh sahrasına dönünce, kavminin bir kısmını, Samirî adında birinin altından yapmış olduğu bir buzağıya tapar halde buldu. Bundan çok üzülmüştü. Bunlar Harun peygamberin öğütlerini dinlemeyerek böyle bir sapıklık içine düşmüşlerdi. Sonra tevbe edip yaptıklarına pişman oldular.

Mûsa, Ken’an topraklarını, Arz-ı Mukaddes’i almak için Amalika ile savaşmak istiyordu. İsrail Oğulları ise savaştan kaçındılar. Böylece o mübarek peygamberin bedduasına uğrayarak kırk sene Tiyh sahrasında kaldılar. Aradan bir hayli zaman geçti. İsrail Oğulları arasında çölde büyümüş yiğitler yetişti. Hazret-i Mûsa bunları alıp Lût denizinin güney taraflarına götürdü. Daha ileriye giderek Amalika’dan Avc ibni Unk adındaki hükümdara savaş açtı. Şeria nehrinin doğu taraflarındaki beldeleri elde etti.

Hazret-i Mûsa, bir aralık gidip İbrahim aleyhisselâm’ın zamanından beri yaşayan veya Hazret-i İbrahim ile hicret eden kimselerin soyundan olan Hızır ile görüşmüs, ona verilen “Ledün ilmine (Allah’ın verdiği özel ilme)” şahid olmuştu.

Hızır aleyhisselâm’ın bir peygamber olduğunu ve kıyamete kadar yaşayacağını söyleyenler vardır. Zülkarneyn ile yolculukta bulunmuş, hayat kaynağına varıp ab-ı hayattan (ölmezlik suyundan) içmekle böyle uzun bir ömre kavuşmuş olduğu söylenmektedir. Bir kısım alimlere göre de, ölmüş bulunmaktadır. Zaten bu gibi büyük şahsiyetlerin ölümleri ile hayatları birdir. Onlar sonsuz ve yüksek bir hayata kavuşmuşlardır.

Mûsa rivayete göre, Kenan ili hududuna yakın bir yerde yüz yirmi yaşında olduğu halde vefat etmiştir. Hazret-i Âdem devrinin üç bin sekiz yüz altmış sekizinci yılına ve Mısır’dan çıkışlarının kırkıncı yılına raslar.

Hazret-i Mûsa’ya “Kelimullah” denir. (Yüce Allah, kendisi ile arada bir vasıta bulunmaksızın, niteliği bilinemeyen bir şekilde doğrudan doğruya konuştuğu için bu ismi almıştır.) Pek büyük bir peygamberdir. Dağınık bir halde yaşayan İsraîl Oğullarını bir araya toplamış, onları esaret hayatından kurtarmış ve özgürlüğe kavuşturmuştu. Ne yazık ki, İsraîl oğulları daha sonra zaman zaman yoldan çıkmış, gerçek dinlerini yitirmiş, tekrar esaretten esarete düşmüşlerdir.

HARUN

Hazret-i Harun, Mûsa aleyhisselâm’ın ana-baba bir kardeşi ve peygamberlik görevlerinde yardımcı (veziri) idi. Çok güzel ve beyaz yüzlü, konuşması açık-seçik, yumuşak huylu bir zat idi. Hazret-i Mûsa Tûr’a gittiği zaman Harun İsrail Oğullarının başında bulunmuş ve buzağıya tapanlara: “Siz bu yüzden fitneye düşmüş bulunuyorsunuz. Sizin Rabbiniz Rahman ve Rahîm olan Yüce Allah’dır. Bana uyunuz, benim sözümü dinleyiniz. Samirî gibi bir münafıkın sözüne bakmayınız,” diyerek onlara etkili öğütler vermişse de, kabul etmediklerinden bir tarafa çekilerek Hazret-i Mûsa’nın dönüşünü beklemiştir. İsraîl Oğulları bölünüp iki kısma ayrılmasınlar ve birbirleriyle mücadele etmesinler diye, Hazret-i Harun daha ileriye gitmemişti.

Rivayete göre Harun, Hazret-i Mûsa’dan yedi ay önce veya üç sene önce, yüz yirmi üç yaşında olduğu halde Tiyh sahrasında ölmüştür. Tûr-i Sina civarında “Mürran” dağındaki bir mağaraya gömülmüştür.

Kabri meşhurdur.

Her ikisine selâm olsun, Mûsa ile Harun’dan sonra. Hazret-i Mûsa’nın Halifesi bulunan ve sonradan kendisine peygamberlik verilen YUŞA – İSRAÎL Oğullarını alıp çölden çıkarmış ve Kenan ilini Kenanî’lerden almış, Şam diyarını fethetmiştir.

Yûşa aleyhisselâm yirmi sekiz sene kadar,

İsraîl Oğullarına hakim olup yüz on yaşında vefat etmiştir.

Kendisinden sonra, on altı kadar hakim daha gelip İsraîl Oğullarına reislik yapmışlardır.

Bunların sonuncusu “İşmûïl” aleyhisselâmdır.

Bu zatların idareleri (493) sene kadar sürmüştür.

Bu zamana “Harimler devri” denilir.

Sonra İsrail Oğulları, kendilerine “Talût” adındaki bir zatı Hükümdar tayin ettiler.

Bu tarihten sonra da, İsraîl Oğulları arasında “Melikler Devri” başlamıştı.

Ж

Lasă un comentariu