Hak ve Batıl

*

تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ

ذَٰلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ

قال رسول الله عليه الصلاة و السلام

جاهِدوا المُشرِكِينَ بِاَموَالِكُم وَاَنفُسِكُم وَاَلسِنَتِكُم

&

وَفِى حَدِيثٍ اخَر

وَاعلَمُوا اَنَّ الجَنَّةَ تَحتَ ظِلالِ السُّيوف

Cumanız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim!

Dünya kurulalıdan beri Hak-Batılla, îman küfürle, adalet-zulümle daima mücadele halindedir. Bu mücadele, İslâm güneşi doğar doğmaz daha da şiddetlenmiş ve bugün, batıl, küfür ve zulüm açısından sistemli, planlı şekilde son hızını almıştır.

Asırlarca, topla, tüfekle, haçlı sürüleriyle yaptıkları mücadelelerden istedikleri neticeyi elde edemiyen Hak, îman ve kısaca İslâm düşmanları, taktik değiştirmişler, müslümanları kendi içlerinden yıkmanın, parçalamanın yollarını aramışlar ve bunda maalesef muvaffak da olmuşlardır. Müslümanların darmadağınık vaziyeti bunun apaçık delilidir.

Tarihin kaydetmediği bir azametle dünyaya hakim olmuş, hak ve hakikat örnekleri vermiş. Mohaçlarda, Kosovalarda, Malazgirtlerde, Çaldıranlarda, Sakarya ve Çanakkalelerde dini, vatanı için kan dökmüș, can vermiş kahramanların torunları olan bizleri dahi dinimizden, ahlâkımızdan, millî örf ve adetlerimizden koparmaya kıl ucu mesafe kalmış.

Öyle ki:

Öz kültürümüzü bizden ayırmışlar, ilim ve irfan yuvalarımızı hak açısından dinamitlemişler, baba ile oğulun, anne ile kızın arasını korkunç şekilde açmışlar, ahlâk ve haya mefhumlarını parçalamışlar, onları midelerin dolması ve şehevî arzuların tatmin olması şeklinde kefalarımıza yerleştirmişlerdir.

Mecmuaları, gazeteleri bizden o derece uzaklaştırmışlar ki -bir kaçı müstesna- sanki zerre kadar ilgisi olmayan kimseler tarafından çıkarılmaktadır. Her gün İslâm düşmanlığı, hergün yarı çıplak fotoğraflar, hergün meyhane ve bilmem ne hane propagandası, hergün yahudi reklamcılığı, hergün İslâmî kımıldanışları irtica diye vasıflandırma ve hergün milleti, memleketi parçalama oyunları.

Bizi, düştüğümüz, daha doğrusu düşürüldüğümüz bu elim vaziyetten kim kurtaracaktır?

Tek kelime ile İslâm, İslam’ın cihad ruhu. Bir zamanlar Himalâya zirvelerine ulaştırdığımız İslâm. Viyana burçlarına selâmlattırdığımız İslâm. Okyanusları dalga dalga coşturan İslâm. Çöllerin kupkuru kumların, tane tane canlandırıp, Allah’ın huzurunda secdeye vardıran İslâm.

Evet, dinimizi îmanımızı, vatanımızı, ahlâkımızı ve şerefimizi İslâm’ın cihad ruhu kurtaracaktır: Bunu siz yapacaksınız. Bütün müslümanlar yapacak.

Cihad, sadece harp meydanında düşmanla yapıla muharebe demek değildir. Her nerede ve ne şekilde olursa olsun İslâm’ın karşısına çıkan herşeyle, Allah rızası için mücadele cihaddır.

Küfürle, putperestlikle, her nevî din ve vatan düşmanlıklarıyla mücadele cihaddır. Nefisle, şeytanla münafıklarla mücadele cihaddır. Allahsızlıkla, ahlâksızlıkla, şuursuz basınla mücadele cihaddır.

Cihadı emreden, cihadın fazilet ve yüksek mükâfatlarını beyan eden pek çok âyeti kerîme ve hadisi şerîf vardır. İşte bazıları, Allah-ü Azimüşşan buyurur:

Ey müminer, -elem verici biz azaptan sizi kurtaracakbir ticaret (yolunu) size göstereyim mi? (O da şudur): Allah’a ve Resûlü’ne inanır, mallarınız ve canlarınızla da Allah yolunda mücahade edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır. Bu takdirde Allah sizin günahlarınızı mağfiret eder, altlarından ırmaklar akan Cennetler ve Adn cennetlerindeki çok güzln evlere koyar. İşte büyük kurtuluş budur. (Saf sûresi âyet, 10-12).

(Ey müminler) sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak (genciniz, ihtiyarınız, zengininiz, fakiriniz) elbirlik (mücahedeye) çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır. (Tevbe sûresi âyet, 41).

Hz. Resûl Efendimiz ﷺ de hadîsi şeriflerinde şöyle buyururlar:

“Müşriklere karşı mallarınız, canlarınız ve dillerinizle cihad ediniz.” (Ebû Dâvud, R. S. Terc., c. 2, Nu. 1354)

“(Ey ümmetim!) Biliniz ki Cennet kılıçların ğölgesi altındadır.” (Buhârî, Müslim Tirmizî, Tâc., c. 4, s. 329).

“Allah yolunda malını sarfeden kimseye, Cenab-ı Hak yediyüz misli ecrini verir.” (Tirmizî, Tâc., c. 4, s. 337).

Görülüyor ki, mallarımız ve canlarımızla cihad etmek, hem Allah’ın Resûlü’nün emri ve hem de ebedî âlemde saadet ve selâmetimizin teminatıdır.

O halde Aziz Müminler!

Gözlerimize ölüm perdesi çekilmeden önce uyanmalıyız. Mallarımızı ve canlarımızı Allah yolunda harcamasını bilmeliyiz. Müslümanlara, “Enayiler ne duruyorsunuz, haydi çabuk ölün de, Huri kızlarıyla yatın” diyebilme cesaretini gösteren İslâm düşmanlarına şu vatanda yaşama hakkı olmadığını göstermeliyiz.

“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz,

Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz:” (Memed Âkif, Safahat) idealini ruhlarımıza perçinleştirmeliyiz. Evlâtlarımızı dinî, vatanı, mukaddesatı ve istiklâli uğruna kanını sebil, canını kurban edebilecek bir ruhla yetiştirmeliyiz.

Evet, bunları yapmak zorundayız. Yoksa bu gidişin sonu felâkettir. Şu kubbeler göçer başımıza. Şu topraklar etmez bizi. Bakınız, cihaddan kaçan, gazaya gitmeyen kimseler hakkında Allah’ın Resûlü ﷺ ne buyurur:

“Bir kimse gaza etmiyerek ve cihâda gitmeyi gönlünden geçirmiyerek ölürse bir nevî nifak üzere ölür” (Tâc., c. 4, s. 329, Müslim). Bir mümin için bundan daha korkunç felâket olamaz.

Şu mübarek saatte bütün kalbimizle Allah’ımıza niyaz edelim:

Habib-i Ahmedi’nin hürmetine uyandır bizi

Lütfet bize Cennetini,

Göster bize Cemal ve Resûlü Kibriyanı!

انفِرُوا خِفَافًا وَثِقَالًا وَجَاهِدُوا بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ

ذَٰلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ

*

وَلَا تَقُولُوا لِمَن يُقْتَلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتٌ ۚ بَلْ أَحْيَاءٌ وَلَٰكِن لَّا تَشْعُرُونَ

قال رسول الله عليه الصلاة و السلام

مَامِن مَكلُومٍ يُكلَمُ فِى سَبيلِ الله اِلّا جَاءَ يَومَ القِيَامَةِ وَكَلمُهُ يَدمِى

اللّونُ لَونُ دَمٍ وَالرِّيحُ رِيحُ مِسكٍ

Muhterem Cemaat-i Müslimîn!

İnsanlık burcuna Hz. Adem ile dikilen îman ağacı, Allah’ın diğer elçileri devrinde filizlenmiş, çiçek açmış; Hz. Resûlullah ﷺ’de ise bütün kemaliyle meyve vermiş ve insanlığa “İslâm” adıyle bir fazilet demeti olarak sunulmuştur. Bu bakımdam, İslâm’dan nasib almış her insanın tek hedefî, Allah’ın ve Resûlü’nün rızasına uygun olarak yaşamak olmalıdır. Allah’dan ve Resûlün’den uzak geçecek bir hayatın sonu perîşan, ibadetsiz ve şuursuz davranışlarla tükenecek bir ömrün neticesi hüsrandır. Musalla taşından sonra açılacak ebedî hayatta huzur ve saadet isteyen her müslüman, canını, malını Allah’a adamak zorundadır.

Allah’ın ulvî rızasına adanan, Hakkı haykırmak, Hakkı ayakta tutmak gayesiyle harcanan can ve mal, sahibi için, hayırlı ve mes’ud bir alış veriştir. Bu alış verişin muhatabı bizzat Allah-ü Azimüşşan’dır. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

Allahü Teâlâ, müminlerin canlarını ve mallarını Cennet mukabilinde satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar. Harp meydanında şehid ve gazî olurlar. Allah’ın bu böyle bir va’didir ki, Tevrat’ta da, İncil’de de, Kur’an’da da sabittir. Kim Allah’tan ziyade va’dini yerini getirir? Yaptığınız bu hayırlı alış-verişten dolayı sevininiz. İşte bu en büyük saadettir. (Tevbe sûresi âyet, 111).

Aziz Müminler!

İslâm’da Allah yolunda cihad farzdır. Fakat bu, insanlara zulüm yapmak ve bir takım servet ve menfaatler temin etmek için değil, îman hayatının havasını bulandıran, müslümanlara hayat hakkı tanımayan, onlara gizli ve açık düşmanlıkta bulunan, dine, îmana, vatana, mukaddesata dil uzatan vahşileri yola, Hak yola, İslâm yoluna getirmek için yapılır. O halde Müslüman, tek bir gaye için cihad eder. O da, “Allah emrinin en üstün olması ve İslâm’ın korunması”dır.

Asırlarca devam eden cihad ve fetihler, bu gaye için yapılmıştır ve bugün de -gerekirse- bu gaye için yapılacaktır. İslâm cihadında, işkence, zulüm yağmacılık, ırza ve namusa tasallut, hasta, çocuk, ihtiyar ve kadınlara dokunma yoktur. Çünkü o, aynı zamanda rahmettir, hidayettir, fazilettir. Ona katılan her müslümanın, hem ameli ve hem de kendisi en büyük mükâfat fazilete ermiştir.

Peygamberimiz ﷺ “Hangi amel daha faziletlidir?” sualine: “Allah’a îman ve O’nun yolunda Cihaddır” cevabını vermişlerdir. (Buhârî, Müslim, R. S. Terc., c. 2, Nu. 1292).

Yine: “İnsanların hangisi en faziletlidir?” sualine de: “Allah yolunda malı ile, canı ile cihad eden mümindir” cevabında bulunmuşlardır. (Buhârî, Müslim, Tâc., c. 4, s. 328).

Allah yolunda cihad ederken hayatını kaybeden kimseye Şehîd adı verilir. Şehitlik o derece büyük bir rütbedir ki, ölmemiş canını, Allah, vatan, namus uğruna ki, îmanlı gönüller daima onu arzulamışlardır. Hem nasıl arzulamasınlar: Bakınız Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de ne buyurur:

Allah yolunda öldürülenler için ölü demeyiniz. Onlar ölü değil, diridirler. Fakat siz o yüksek hayatın farkında değilsiniz. (Bakara sûresi âyet, 154).

Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın. Bilâkis onlar Rableri katında diridirler. (Onlar Cennet nimetleriyle) rızıklanırlar. (Âl-i İmran sûresi âyet, 169).

Peygamberimiz ﷺ de hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Allah yolunda yaralanan herhangi bir kimse, Kıyamet gününde yarasından kanlar aktığı halde gelir, rengi kan rengi gibidir, fakat kokusu misk kokusu gibidir.” (Buhârî, Müslim, R. S. Terc., c. 2, Nu. 1300).

“Cennete giren hiçbir kimse yoktur ki, bütün dünyaya malik olacak olsa dahi tekrar dünyaya dönmeyi arzu etsin. Yalnız şehitlerdir ki, kendilerine yapılan hürmet ve kerameti gördüklerinden dolayı dünyaya dönüp de tekrar on def’a şehid olmayı arzu ederler.” (Buhârî, Müslim, Tâc., c. 4, s. 333)

Muhterem Müminler!

Allah’ın ve Resûlullah’ın bu müjdelerine nail olmuş, îmanlarından aldıkları hızla üç kıt’ada at oynatmış bulunan kahraman ecdadımız, şu mukaddes toprakları kanlarıyle yoğurarak bize emanet etmişlerdir. Bu topraklar ki, buram buram, burcu burcu, şehit kanı kokuyor. Bu topraklar ki, bağrında hanlı sürülerini sindirmiş, İslâm’ı taş kalblere haykırmış. Hakanlar, kahramanlar, şehitler yatıyor. İçkili kafayla direksiyonun başına geçip, ya uçuruma yuvarlanarak veya önüne çıkan arabaya çarparak can veren, kanunun yakasından kurtulmak için yüksek binalardan atlayıp hayatı sona eren, tecavüz etmek için kayığına aldığı kadınla denizde boğulan ve daha çeşitli sebeplerle ölen sözüm ona şehitler (!) cinsinden değil. Evet bu topraklarda îmanı, vatanı, mukaddesatı için can vermiş gerçek şehitler yatıyor.

Selâm onlara!

İşte biz, bu kahramanların, bu şehitlerin torunlarıyız. Onların emanetleri üzerinde yaşamaktayız. Önce nefsimizle, sonra bu din, bu îman, bu vatan düşmanlarıyla malımızın, kanımızın son zerresine kadar mücadele etmeliyiz. İmanlı ve mukaddesatçı bir gençlik yetiştirmek için ne gerekiyorsa yapmalıyız. Bizim sırtımızdan kazanıp, servetimizi Avrupa’ya, Yunanistan’a kaçıran Ermeni ve Rumlarla bizi sülük gibi emip İsrail’e kurşun hazırlayan Yahudilerle her ne suretle olursa olun alış-verişi bırakmalıyız. Müslümanın müslümanla alış-veriş edeceğini, müslümanın müslümandan başka dostu olmıyacağını kat’iyyetle bilmeliyiz. İslâm’da “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diye bir şey yoktur.

Onun için, din kardeşimizi ısıran, Onun malına, mülküne, namusuna göz diken, hadîseleri fırsat bilip, memlekette bir buhran havası yaratmak isteyenlere karşı daima uyanık olmalıyız.

Kısaca: İslâm’a uymayan, müslümanların aleyhine olan her şeyle mücadele etmek vazifemizdir. Şunu da bilelim ki bi mücadeleye bugün, kendimizden, oğlumuzdan, kızımızdan, hanımımızdan başlamak zorundayız. Çünkü topyekün, İslâm’ı yaşamamaktayız. Resûlullah ﷺ’in şu ifadeleriyle hutbeme son veriyorum: O yüce Peygamber ﷺ şöyle buyurur: “(Ah ne olurdu) Allah yolunda öldürülseydim, tekrar dirilip yine öldürülseydim, tekrar dirilip yine öldürülseydim, sonra dirilip yine öldürülseydim.” (Tâc., c. 4, s. 328).

Allah cümlemizi Hak yolunda cihad eden ve şehitlik ruhunu kavrayan kullarından eylesin!

وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتًا ۚ بَلْ أَحْيَاءٌ عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ

Lasă un comentariu