İbadethane

*

الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي

وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِينًا

قال رسول الله عليه الصلاة و السلام

فَاِنَّ دِمَاءَكُم وَاَموالَكُم وَاَعرَاضَكُم عَلَيكُم حَرَامٌ

Cumanız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim!

İnsanlık tarhihi tetkik edildiği zaman görülür ki her devirde, birçok âlimler, düşünürler, filozoflar, beşerin ıslahı, insan hak ve hürriyetlerinin korunması için, uzun ve yoruncu çalışmalar yapmışlar, birtakım prensipler oluşturmuşlardır. Bu prensiplerin içinde şimdiye kadar en mükemmeli, 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler teşkilâtı genel kurulu tarafından, insanlığın müşterek ideal ve malı olarak kabul ve ilân edilen “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” dir. Bu beyannamenin en önemli fikirleri şunlardır:

  • Bütün insanlar hür ve haklar bakımından eşit olarak doğarlar. Birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti içinde yaşarlar.
  • Hiç kimse işkenceye, zulme, haysiyet kırıcı ceza ve muamelelere tabi tutulamaz, kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz.
  • Yaşama, hürriyet ve kişilik cemiyette kadın-erkek her ferdin hakkıdır.
  • Evlilik ve evlenmenin bozulması esnasında erkek ve kadın eşit haklara sahiptir.

(Vedâ Hutbesinin uzun metni için bak: Tâc., c. 2, s. 1533)

İnsanlığın, “bundan daha iyisi olamaz” diye ilân ettiği bu esasların çok daha mükemmelini Peygamberimiz ﷺ bundan 1400 sene evvel M. 632 (9 Zilhicce H. 10) tarihinde, Arafat vâdisinde ve “Küsva” isimli devesi üzerinde yüzbini aşkın müslüman cemaatine irad ettiği “Veda Hutbesinde” bütün beşeriyyete ilân etmiştir.

Resûlullah’ın hutbesinin meâlini aynen okuyorum. (Tohum Yayınevinin neşrettiği tercemeden alınmıştır). Dikkat ve hassasiyetle dinleyiniz. Dinleyiniz de insan hak ve hürriyetlerinin ne olduğunu nereden ve kimden çıktığını iyi öğreniniz. O zaman göreceksiniz ki, insanlık çatlasa da, patlasa da, Resûlullah’ın beşeri semasına nokta nokta işlediği insan hak ve hürriyetlerinin üstünde, başka bir insan hakları evrensel beyannamesi yer alamıyacaktır.

Şimdi Allah’ın Resûlü ﷺ’i dinliyoruz:

Ey insanlar!

Sözümü iyi dinleyiniz, bilmiyorum, belki bu haccımdan sonra sizinle ebedî olarak burada bir daha buluşamıyacağım.

İnsanlar!

Bu günlerimiz nasıl mukaddes bir gün ise. bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise; bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öylece mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.

Ashabım!

Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız. Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş olur.

Ashabım!

Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah’ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahiliyyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abdülmuttalib’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir.

Ashabım!

Cahiliyyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdülmuttalib’in torunu (amcazadem) Rabia’nın kan dâvasıdır.

(Görüyorsunuz ki Peygamberimiz, yasakları önce yakınlarına tatbik etmiştir. Bu inceliğe insanlık dünya durduğu müddetçe uğraşsa varamaz).

İnsanlar!

Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hâkimiyetini kurmak gücünü ebedî sûrette kaybetmiştir. Fakat siz, bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.

İnsanlar!

Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’dan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız, onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kandılar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların aile yuvasını korumalarıdır. Sizin hoşlanmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvasına alırlarsa, onları hafifçe dövüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerindeki haklar, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.

Müminler: Size bir emanet bırakıyorum ki, ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah kıtabı Kur’ân-ı Kerîmdir.

Müminler!

Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helâl değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisi vermiş olsun.

Ashabım!

Kendinizin de üzerinizde hakkı vardır.

İnsanlar!

Cenâb-ı Hak, her hak sahibinin hakkını (Kur’ân’da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşşa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah’ın gazabına, meleklerin lânetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın. Cenâb-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şehadetlerini kabul eder.

İnsanlar!

Rabbınız birdir. Babanız da birdir; Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kiymetli olanınız, ona en çok saygı göstereninizdir. Arabın arab olmayana, -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

İnsanlar!

Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? Allahın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun, diye şehadet ederiz. (Âl-i İmran sûresi âyet, 19). Bunun üzerine Rasülü Ekrem şehadet parmağını kaldırarak, sonra da cemaat üzerine indirerek şöyle buyurdu: “Şahid ol ya Rab! Şahid ol ya Rab! Şahid ol ya Rab!”

İşte gerçek insan hakları beyannamesi budur. Onun için, insanlık boşuna yorulmasın. Boşuna zahmet çekmesin ve boşuna gayret sarfetmesin. Sadece kağıt üstünde kalan, tatbik edilmeyen, elindeki bütün sahte beyannameleri yırtsın.

Siyahı-beyazı, zengini-fakiri, âmiri-memuru, esiri-hürü, işçisi-patronu; Evet hepsi İslam’ın gölgesinde toplansın. Çünkü İslâm, bir saadet manzumesi, bir insanlık rehberidir.

Hak İslâm’da, hürriyet İslâm’da, adalet İslâm’da, eşitlik İslâm’da, dünya ve âhiret saadetine götüren herşey İslâm’dadır.

İslâm’a gönül vermiş, Resûlullah’ın yoluna girmiş îmanlı insanlara selâm olsun!

إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللَّهِ الْإِسْلَامُ

*

Niçin geldik bu Câmiye?

إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللَّهِ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ

وَأَقَامَ الصَّلَاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَلَمْ يَخْشَ إِلَّا اللَّهَ

قال رسول الله عليه الصلاة و السلام

اِذَا مَرَرتُم بِرِيَاضِ الجَنَّةِ فَارتَعُوا

Muhterem Müminler!

Hepimiz kendi kendimizi hesaba çekelim. Neden hazır bulunmaktayım şu kudsî mabette? Halbuki burada ne altın, ne gümüş ne para, ne servet hiçbir şey yok. Evet burada dünyanın arzu ve emellerinden, kazanç ve mallarından hiçbir şey mevcut değil. Burası bir ticarethane değil ki para kazanalım. Burası bir top sahası değil ki maç seyredelim. Danslı, cazlı, içkili bir düğün de yok burada.

O halde niçin geldik buraya?

Aziz Müminler!

İçinden aşk ile Allah ve Resûlü’nün ismi yükselen şu kudsî mabede, yaratılışımızın hikmetini bildiğimiz, Allah’a ve Resûlü’ne îman ettiğimiz, gönül verdiğimiz için geldik.

Yalnız Allah’a kul olmanın bahtiyarlığına erdiğimiz, yalnız O’na döndürüleceğimizin zevkini kavradığımız, Kur’an’ın saadet damlalarından nasib aldığımız için geldik.

Gerçek eşitliğin, gerçek kardeşliğin hakikati Rabbani hidâyetin, Rahmâni saadetin mihrâkı ve ilâhî rızanın burada, huşû içinde Allah’a niyazda bulunan şu ulvî mabedde bulunduğu şuuruna vardığımız için geldik. Burada hiçbir müslümanın diğerine üstünlüğü yoktur. Burada hiçbir kimse imtiyaza sahip değildir. Büyüğü küçüğü, âmiri memuru, işçisi patronu, köylüsü şehirlisi diz dize, omuz omuzadır. Çünkü burası Allah’ın evidir, Allah’ın mabedidir. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: Muhakkak mescidler Allahındır. Onun için Allah ile birlikte hiçbir (kimseye, dünyevî hiçbir menfaate) ibadet etmeyin. (Cin sûresi âyet, 18).

Evet buraya Allah’ın ve Resûlü’nün emirlerine uyarak ibadet etmek, alınlarımızı Allah’ın nuruyla aydınlatmak, gönüllerimizi Allah’ın zikriyle doldurmak, yalnız Allah’ın huzurunda secdelere kapanmak için geldik. Burada kalpler Allah’la beraberdir. O’na yaklaşmakla mest, O’nun sevgisiyle mes’ud olurlar. Ancak, Allah’ı düşünür, ancak Allah’a yönelir, ancak Allah’ın rahmetini mağfiretini taleb eder, O’nun rızasına nail olmaya çalışırlar. Allah’ın mağfiretine kavuşmak, Allah’ın rızasına nail olmak kadar büyük bir nimet tasavvur edilebilir mi?

Dünya nimetleri, dünya servetleri ilâhî rıza yanında -tabir caizse- okyanuslardan alınan bir damla mesabesinde değil midir?

Hakikî müslüman, bir damlaya kavuşunca okyanuslara sırt çeviremez. Bilâkis bir damla değerinde olan dünya nimetlerini okyanuslara, yani ilâhî Rıza’ya nail olmak için vasıta kılar. Küfretmesini değil, şükretmesini bilir.

İşte, en azından yüzde seksen’in dışarılarda gezip dolaştığı, ötede beride nefes tükettiği şu anda, şu Cum’a saatinde, siz îmanlı gönüllerin Cennet bahçeleri olan Câmilere koşuşunun hikmeti budur. Ne mutlu sizlere ki Allah’ın rahmet gölgesi altında bulunuyorsunuz.

Ebu Hüreyre Hazretlerinin naklettiği hadis-i şerîfte Peygamberimiz ﷺ şöyle buyururlar: “Cennet bahçelerine uğradığınız vakit nimetlerinden faydalanınız. Ey Allah’ın Resûlü: Cennet bahçeleri nelerdir? dedim. “Mescidler”dir buyurdu. Ey Allah’ın Resûlü: (O bahçelerde bulunan) nimet nedir? diye sordum. Sübhânallahi velhamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber’dir” (Tirmizî, Tâc., c, 1, s. 233) buyurdu.

Aziz Müslümanlar!

Câmilere niçin geldiğimizi kısaca arzettikten sonra, biraz da bizzat onlar üzerinde duralım.

Müslümanların ibadet etmek için bir araya geldikleri şu kudsî yerlere “Câmi, Mescid” adı verilir. Bunlar, müslümanları diriltici, birleştirici ve barıştırıcı bir ruha kavuşturan mukaddes makamlardır. Müslüman, din kardeşlerini sevmeyi onların dertleriyle hemderd olmayı bunlarda öğrenir. Cemaat şuuruna bunlarda erer. Bunları her müslüman mukaddes tanır ve gereken ihtimamı gösterir.

Cenâb-i Zülcelâl, Kur’ân-ı Kerîm’de: Allah’ın mescidlerini ancak Allaha, âhiret gününe îman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allahdan başkasından korkmayan kimseler îmar ederler, yaşatırlar (Tevbe sûresi âyet, 18) buyurur.

Evet, mabetlere yalnız Allah’ın rızasını tahsil için gelen müminler onları korur ve onlara yapılan her tecavüzü dehşet ve nefretle karşılarlar. Hele düşmanın silâh deposuna bomba atar gibi, onların camisine, mescidine bomba atan zalimler çıkarsa, karşı koymasını elbette bilirler. Çünkü müminler herkesin inancına, mabetlerine saygı gösterirler ve kendi inançlarına, ibadet yerlerine de öylece saygı gösterilmesini haklı olarak isterler. Zalimin zulmüne rıza göstermeye onların imanı müsaade etmez. Camiye, mabede el ve dil uzatmak kadar denî bir zulüm gösterilebilir mi?

Allah-ü Azimüşşan Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor: Allahın mescidlerinde (ibadet yerlerinde) Onun adının anılmasını men edenden, onların harab olmasına koşandan daha zalim kimdir? (Bakara sûresi âyet, 114).

Muhterem Müminler!

Allah, her an îmanlı gönüllerle beraberdir, onların yardımcısıdır. İmansızların ise amansız bir düşmanıdır. Yerde ve gökte hiçbir sey O’na gizli kalmaz. O’nun ilmi herşeyi kuşatmıştır. Herkes ancak O’na döndürülecek, dünyadaki bütün iş ve hareketlerinden hesap sorulacaktır. Çünkü yegâne kudret ve hüküm sahibi O’dur. Onun için katiyyetle bilelim ve unutmayalım ki:

İnsanın kıymeti îman

İbadetlerin cevheri ihlâs

Saadetlerin en büyüğü de Allah rızasıdır.

Şu ulvî mabetlerde bunları kazanmak ve olgunlaştırmak için toplanmadık mı?

وَأَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا

Lasă un comentariu